Aile, Ülke ve Roman

Orhan Pamuk’un İlk Romanı Cevdet Bey ve Oğulları Üzerine

by Said Dağlı

Orhan Pamuk’un ilk romanı Cevdet Bey ve Oğulları üzerine ayrıntılı bir izlenim yazısı yazdım. Aile, ülke ve roman arasındaki ilişkiyi, Orhan Pamuk ve onun metinleri bağlamında inceledim. Buyrun sohbete…


21 Temmuz 1905, İkinci Abdülhamit hükümdarlığının son yılları… Yıldız Camisi’ndeki Cuma Selamlığı çıkışında Abdülhamit’e bir suikast girişimi düzenlenir. Bu girişimin arkasında kimin olduğu bilinmez ama bilinen şey şudur: Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu olay, tüm tantanasına rağmen, Cevdet Bey’i hiç etkilemiyor görünecektir. Cevdet Bey, İstanbul’daki nadir Müslüman tacirlerden biri olarak, kendisini politikadan uzak tutmaya çalışmaktadır. O, meşrutiyetin ilanının değil temellerini atmak üzere olduğu mutlu ve saygın bir ailenin hayalini kurmaktadır. O ittihatçılarla değil, Nişantaşı’ndaki kâgir bir ev ile ilgilenmektedir. Çünkü kurmak üzere olduğu ailenin kaderinin ülkesinin hikâyesi ile muvazi olacağını bilmemektedir.

Cuma Selamlığı
Cuma Selamlığı’nı gösteren bir fotoğraf, 18 Temmuz 1908.

Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları romanı, Cevdet Bey’in günlük telaşelerinin ve abisinin sağlık durumunun anlatıldığı uzunca bir giriş bölümüyle başlar. Bahsi geçen gün, Sultan’a yapılan suikast girişiminden üç gün sonrası ve Sultan’ın devrilişinden dört yıl öncesidir. Bu giriş bölümünde Cevdet Bey’in Nişantaşı’ndan kagir bir ev almak istemesinden ve bir paşa kızıyla evlenip Işıkçı Ailesi’ni kurmak üzere olmasından bahsedilir ama bunları nasıl gerçekleştirdiği ayrıntılı bir şekilde anlatılmaz. Yalnız, dikkatli okuyucular, Işıkçı ailesinin hemen hemen İkinci Meşrutiyet’le yaşıt olduğunu fark edeceklerdir.

Nesiller ve Politika

Giriş bölümü, romanın Cevdet Bey ve abisi üzerinden ilerleyeceği izlenimini verse de romanda Cevdet Işıkçı’nın çocuklarının hikâyesine tanık oluyoruz. Mustafa Kemal yönetiminin son yıllarında, Türk bürokrasisi ve Işıkçı ailesi bir dizi kargaşanın yaşanacağı kısır bir döneme girecektir. Üstelik, 1930’lu yılların ikinci yarısında büyük bir tehlike de baş göstermektedir: Genç Cumhuriyet, Birinci Dünya Savaşı’nın yaralarını tam saramamışken Avrupa’da tekrar savaş fısıltıları yükselmektedir. Üçüncü jenerasyonun darbe korkusu ise bu kısırlık ve kargaşa dönemini takip edecektir.

Romanın son bölümünde, Cevdet Işıkçı’nın torunu Ahmet’i görüyoruz. Asker ve aynı zamanda Işıkçı ailesini takip eden bir hayalet olan uzaktaki amca Ziya, Ahmet’e ülkenin üzerinde dolaşan bir başka hayaletten bahsedecektir: Askeri darbe. Ülkenin tarihi ile Işıkçı ailesinin hikâyesi tekrar kesişecektir.

Ziya’nın Işıkçı ailesinden bir şeyler beklediği gibi askerin de ülkeden beklentileri vardır. Fakat, ne bekledikleri ve bu hakkı nasıl talep ettikleri ikircikli ve belirsizdir. Tıpkı Cevdet Bey’in ailesini sağlam temeller üzerine kurma çabası içerisinde Sultan Abdülhamid’in devrilmesi ve Cevdet Bey’in oğullarının Mustafa Kemal ölüm döşeğindeyken gelmek üzere olan savaştan Işıkçı ailesini korumaya çalışması gibi, dönemin politik ortamı Ahmet’in de evlilik hayallerini ve yaşamını alt üst edecektir. Birinci jenerasyonda Abdülhamit’in sallanan tahtı, ikinci jenerasyonda ölüm döşeğindeki Mustafa Kemal ve yaklaşmakta olan bir savaş, üçüncü jenerasyonda ise tehlike, bir fısıltı halinde yükselen askeri darbe hayaletidir.

Orhan Pamuk ve Cevdet Bey ve Oğulları
Orhan Pamuk’un ilk romanı Cevdet Bey ve Oğulları hiç İngilizce’ye çevrilmemiş.

Orhan Pamuk’un İlk Romanı: Cevdet Bey ve Oğulları

Orhan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları’nı 1974-1978 yılları arasındaki dört yıllık bir süreç içerisinde yazmış. Roman, yazarın ilk romanı olarak 1982’de yayınlanmış. 1979’da Milliyet Roman Ödülü, 1983’te Orhan Kemal Roman Armağanı’nı beraberinde getirmiş. Pamuk’un ilk romanı olan Cevdet Bey ve Oğulları’nın çoğunlukla otobiyografik izler taşımasına şaşırmamak gerekir. Yazar, Pamuk ailesinin hikâyesinden birçok noktayı romanına da taşımış. Pamuk, bu romandan ilk romanı olması dolayısıyla utandığını ve romanın, Avrupa Edebiyatında gördüğümüz aile romanlarının bir imitasyonu olduğunu itiraf ediyor. Bu yüzden de, biraz da Pamuk’un inatçılığından, Cevdet Bey ve Oğulları İngilizceye hiç çevrilmemiş.

Cevdet Bey ve Oğulları’nı, Işıkçı ailesinin üç jenerasyonunu anlatıyor olsa da Türk modernleşme tarihinin kurgusal bir hikâyesi veyahut zengin ve seçkin bir semt olan Nişantaşı’nın dönüşüm hikâyesi olarak okuyabiliriz. Tüm bu hikâyeler Cevdet Bey’in dul bir Yahudi kadından satın aldığı, Ermeni taş işçilerinin elinden çıkma Nişantaşı’ndaki evde kesişmektedir. Bu ev, Cevdet Bey’in oğullarının çekirdek aileleriyle birlikte yaşamasıyla ailenin bütünlüğünü temsil etmektedir. Yıkılıp yerine bir apartman dikileceği zaman da ailenin parçalanışını gösterecektir.

Daha önce romanın otobiyografik tarafından bahsetmiştim. Pamuk ailesinin geçmişinde de Nişantaşı, Teşvikiye Sokakta bulunan Pamuk Apartmanı’nın önemli bir yeri olduğunu belirtmek gerekiyor. Orhan Pamuk’un Nişantaşı’ndaki müstakil evlerden apartmanlara geçişe şahit olup olmadığı konusunda emin değilim ancak kendisi bu semtin nasıl değiştiği ve çözündüğünü anlatıyor. Nitekim, Işıkçı ailesinin evi Nişantaşı’nın geçireceği dönüşümü gözler önüne seriyor.

Cevdet Bey ve Tanzimat Romanının Babaları

Eserin son söz kısmı “Ülke, Aile ve Roman”da Pamuk, Tolstoy’un Anna Karanina’sından bahsediyor. Bütün bir toplumun resmini çizen Karanina’dan Cevdet Bey ve Oğullarını yazarken Pamuk da esinlenmiş. Etkilendiği eserlerden bir diğeri ise bir aile hikâyesi olan Thomas Mann’ın Buddenbrook’u. Bunların dışında, Cevdet Bey ve Oğulları ile Tanzimat romanı arasında güçlü bir bağ kurulabileceğini düşünüyorum. İstanbul’da yaşayan Müslüman bir tüccar bana Ahmet Mithat’ın Müşahedat’ını; baba-oğul ilişkileri (ya da bu ilişkinin noksanlığı) da Namık Kemal’in İntibah’ını hatırlattı.

Bahsettiğim benzerliklerin yanında Tanzimat yazarları ile Pamuk arasındaki bir farklılığı hatırlatmakta fayda var: Ahmet Mithat, Müslüman ve çalışkan tüccarı ele alırken saklamaya çalışmadığı, ahlakçı bir söyleme sahip. Çalışkan Müslüman tüccarı övüyor ve onu diğer Müslümanlara örnek olarak gösteriyor. Namık Kemal babasızlık ve aile değerlerinin ayrışmasını ele aldığında, bunların felaket sebebi olduğunu anlatmaya çalışıyor. İki yazar da milliyetçi ve dini bir motivasyonla toplumu bilinçlendirmek ve eğitmek istiyorlardı.

Ancak Pamuk’un ne Müslüman tüccarı övdüğünü ne de ayrışan aile değerlerinin bir facia ile sonuçlandırdığını görüyoruz. Pamuk, bu konuların uzun süredir tartışıldığını ancak bunlarla yüzleşmekten kaçınıldığını belirtiyor. Bu yüzden, bu konular tartışılmaya ve yazılmaya devam edecekler, tıpkı Cevdet Bey ve Oğulları’nda olduğu gibi…Pamuk, toplumu eğitme amacından ziyade yüzleşmekten kaçındıklarımız ile bizi karşı karşıya getiriyor.

Cevdet Bey ve Oğulları romanının yazarı Orhan Pamuk
Cevdet Bey ve Oğulları‘nın Yazarı, Orhan Pamuk.

Ülke, Aile, Roman

Pamuk’un belirttiği gibi, Işıkçı ve Pamuk aileleri arasında geçişli bir ilişki var. Büyüyen bir aile içerisinde güvenli ve mutlu bir çevre arayışı ile yaratıcı yalnızlığa duyulan sabırsızlığın iki taraflı psikolojisinden hem Cevdet Bey’in oğlu Refik Bey hem de Orhan Pamuk’un kendisi için bahsetmek mümkün. Bu ikilemi Osmanlı ailesi (alaturka) ve modern burjuva ailesi (alafranga) arasında da görmek mümkün. Cevdet Bey’in alafranga bir aile kurma isteyip sonunda alaturka bir aileye sahip olmasından şikayetçi olduğunu görüyoruz. Öte yandan Orhan Pamuk kendi ailesini yarı burjuva yarı Osmanlı ailesi olarak tanımlıyor. Aile ile ilgili olan bütün meseleler, krizler ve dönüşümler, Işıkçı ve Pamuk ailelerinin Nişantaşı’nda oturdukları evler ile birleşiyor ve şekilleniyor.

Geçmiş-gelecek, birey-toplum, İstanbul-Ankara, şehirler-kırsal alanlar, Işıkçı ailesi-Pamuk ailesi vb. arasındaki geçişler, Cevdet Bey ve Oğulları’nın iskeletini oluşturuyor desem abartmış olur muyum? Bunların ötesinde, benim için en dikkat çekici nokta, birbirleri ile iç içe geçmiş olan aile ve ülke arasındaki geçişler oldu. Pamuk’un bu romanının özü (birçok Tanzimat romanında da görebileceğimiz gibi) aileden ülkeye, ülkeden aileye bir yolculuktu. Yalnızlık, bireysellik, idealizm, alaturka ya da alafranga olmak, milliyetçi ya da devrimci olmak vb. üzerine yapılan gözlemler, birey, aile ve ülke düzeyinde ele alınıyor, her birinde de mana katmanlarını genişletiyor. Bu anlamda, Pamuk’un son sözü “Ülke, Aile, Roman”’ı geniş kapsamlı bir projeksiyon olarak görmek yanlış olmayacaktır.


İlave Okumalar

Cevdet ve Oğulları ile ilgilenenler için, farklı perspektiflerde yazılmış üç farklı makaleyi birkaç cümle ile tanıtmak istiyorum. Roman hakkında kapsamlı birer çalışma olmamalarına karşın, bu makalelerin gelecek çalışmalar için ufuk açacağına inanıyorum.

Cevdet Bey ve Oğullarında Girişimcilik

Geç Osmanlı döneminde Müslüman girişimcilik, ilginç bir araştırma konusu. Umut Dağıstan’ın “Orhan Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları Romanında Bir Girişimcilik Hikayesi” makalesi, girişimcilik ve Müslüman Türklerin sosyoekonomik ilişkilerini Cevdet Bey ve oğulları üzerinden tartışıyor. Modernleşme, batılılaşma ve kimlik problemleri gibi konseptleri Cevdet Bey’in ticaret hayatında görebileceğimizi belirtiyor Dağıstan. Cevdet Bey’in kendi çevresinde Müslüman olarak tüccarlık yapan tek kişi olmasının ve çevresinin aşağılayıcı tavırlarının ayrıca altını çizmiş. Geç Osmanlı İstanbul’unda Müslüman halkın sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkileri ile ilgilenenler Dağıstan’ın bu makalesine bakabilirler.

İlk Roman Anksiyetesi

Yukarıda da belirttiğim gibi, Orhan Pamuk’un ilk romanından bir miktar utandığını biliyoruz. Işıl Britten de ilk roman yazmanın anksiyetesini, Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları ile Thomas Mann’ın Buddenbrooks’unu karşılaştırarak analiz etmeye çalışmış. Britten’in “İlk Roman Yazmanının Anksiyetesi: Cevdet Bey ve Oğulları ve Buddenbrooks’ta Ev Sembolleri: Verfall einer Familie” adlı bu makalesi, Harold Bloom’un geç kalmışlık üzerine tartışmalarını da ele alıyor. Bloom’a göre yazarlar, daha önce yazılmış olanları yazmış olmanın endişesini duyabilirler. Buddenbrooks’un Pamuk’u etkilemiş olduğunu biliyoruz ancak Buddenbrooks’un da yazarının ilk romanı olduğunu dikkate almakta fayda var. Bu anlamda, bu iki romanı karşılaştırmak oldukça ilginç olacaktır.

Cevdet Bey ve Oğulları’nda Kelimeler

Nilüfer Yıldırım, “Pamuk’un Cevdet Bey ve Oğulları’ndaki Kelimeler” adlı çalışmasında romanda kullanılan kelimelere odaklanmış; farklı ya da sıklıkla tekrar eden kelimeleri, fiilleri, sıfatları, zarfları ve bağlaçları belirtmiş. Bana göre bu çalışmanın zayıf noktası, Yıldırım’ın argümanlarını yorumlamaması olmuş. Örneğin, gerçek anlamda kullanılan kelimelerin mecaz anlamlı kelimelerden 5,5 kat daha fazla olduğu söylemiş Yıldırım. Ancak bu iddianın nasıl yorumlanabileceği belirsiz kalıyor. Bahsettiğim bu zayıf noktanın tek bir istisnası var: Yıldırım, romandaki özel adların kullanımını incelediğinde erkek isimlerinin kadın isimlerinden çok daha fazla olduğunu belirtiyor. Bunu da Pamuk’un okuyucuda ataerkilliği hissettirmek istemesi olarak yorumluyor.

Bibliyografya

Britten, Işıl. 2018. “The Anxiety of Writing the First Novel: Houses as Symbols in Cevdet Bey ve Oǧulları and Buddenbrooks: Verfall einer Familie.” Trakya University Journal of Faculty of Letters 8 (15): 90-102.

Dağıstan, Umut. 2017. “An Entrepreneurship Tale on the Basis of the Novel Cevdet Bey ve Oğulları by Orhan Pamuk.” Proceedings of the Multidisciplinary Academic Conference: 63-71.

Pamuk, Orhan. 2019. Cevdet Bey ve  Oğulları. Istanbul: Yapi Kredi Yayınları.

Pamuk, Orhan. 2019. “Ülke, Aile, Roman”, In Cevdet Bey ve Oğulları, by Orhan Pamuk, 575-580. Istanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Yıldırım, Nilüfer. 2018. “Orhan Pamuk’un  ‘Cevdet Bey ve Oğulları’ Romanında Söz Varlığı.” Uluslararası Türk  Lehçe Araştırmaları Dergisi (TÜRKLAD) 2 (1): 301-318.

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak