Türk Edebiyatı’nda Aşk

Hilmi Yavuz'un Türk Edebiyatı'nda Aşk Dersinden Notlar

by Said Dağlı

Hilmi Yavuz’un Bilkent Üniversitesi’nde verdiği Türk Edebiyatı’nda Aşk dersinden aldığım notları düzenleyerek paylaştım. Sevgi nedir? Aşk nedir? Sevgili kimdir? Neye benzer?


Bilkent Üniversitesi‘nde, 2016 yılında Hilmi Yavuz’un verdiği Türk Edebiyatı’nda Aşk dersinde aldığım notları derledim. Yalnız şunu bilmekte fayda var ki, birazdan okuyacaklarınız, dersten benim öznel çıkarımlarım olduğu için Hilmi Yavuz’u ya da benden başka herhangi birini bağlamamaktadır. Keyifli okumalar…

Kadının Adı

Divan Edebiyatı’nda kadının ismi yoktur. Kadın sevgiliden bahsedilirken Leyla, Aslı gibi kolektif ve mitolojik isimler kullanılmıştır. Halk Edebiyatı’nda da benzer bir durum söz konusudur. Kadın’ın adı yine kolektiftir ancak divandaki gibi mitolojik isimler yerine daha yerel isimler tercih edilmiştir. Doğrudan kadınların isimlerinin kullanılması (somut kadın isimleri) ise Cumhuriyet Edebiyatı’yla başlamıştır. Cumhuriyet şiiri daha çok eşlere ve sevgililere yazılmış olsa da, genel olarak kadına yazılmış şiirler de vardır.

Türk Edebiyatı’nda aşk denilince Yahya Kemal, Divan Edebiyatı ile Cumhuriyet Edebiyatı arasında bir köprü kabul edilir. Yahya Kemal; Aslı, Şirin, Leyla gibi kolektif mitolojik isimlerin yerine mitolojik olmayan kolektif bir isim olarak “Cânân”ı koyar. Sonraları, Lavinia, Hannelise gibi yabancı isimler (batılılaşmanın etkisiyle) kullanılmaya başlanır.

Türk Edebiyatı ve Aşk

Sevgilinin Deskripsiyonu ve Bedeni

Divan şiirinde kadınların hepsi birbirine benzer. Uzun boylu, ay yüzlü, ince belli… Ortada bedenen tek bir kadın vardır. Aslında bu şiir, mazmunlarla yazılmıştır ve sevgili tasvirleri metaforiktir. Bu tasvirler, gerçek sevgilinin bedenine matuf değildir. Divan’da gerçeklik ile dil arasında bir ayrım vardır. Divan Şairi, gerçeklik ile dil arasında sembolik bir yapı inşa eder. Yani Divan’daki kadını anlayabilmek için bir şifre anahtarına (ikonografi) ihtiyaç duyarız.

Divan ile Avrupa Ortaçağı arasında, ikonografi konusunda bazı benzerlikler söz konusudur. Nasıl Avrupa Ortaçağı sanat eserlerinde, mesela resimlerde, semboller ve ikonlar üzerinden manalar çıkarılabilir; öyle de Divan Şiiri’nde kendine özgü bir şifre anahtarı yardımıyla sembol ve ikon okuması yapılabilir.

Halk Şiiri’nde, Divan’dan farklı olarak, bir mazmun örgüsü yerine gündelik metaforlar kullanılır. Bu yüzden sevgilinin deskripsiyonunda bir standartlaşma, bir tek tipleşme söz konusu değildir. Ayrıca, mesela tasavvuf şiirinde bedeni aşan (transendence) bir atıf varken, Halk Şiiri sevgiliye somut bir beden atfeder.

Aşk Kavramı

Yahya Kemal, bir makalesinde Aşk kavramını iki kişi arasında geçen duygusal bir olay olarak değil edebi bir kavram olarak ele alıyor. Ona göre Divan şairleri, aşkı “lirizm” manasında kullanırlardı. Lirizm, antik yunan sanatçılarının lir isimli çalgıyla birlikte şiir okumalarına verilen addır. Bu sanatçıların Anadolu’daki karşılığı saz şairidir. Mesela Âşık Ömer, Âşık Kerem gibi şairlerin lakabı olan Âşık, bir insana sevdalanmış manasında değil, saz şairi (lirik şair) manasındadır. Bugün anladığımız manasıyla aşkı karşılayan kelime ise o zamanlar “sevda”dır.

“Sevgili” doğrudan doğruya sevilen kişiyle alakalı kullanılırsa bu lirik sayılabilir ama Divan’da sevgili politik bir manada bile kullanılabiliyordu. Siyasal anlamda Sultan’a dahi atıf yapabiliyordu. Hatta tasavvuf şiirinde doğrudan Allah’ı karşılayabiliyordu.

Türk Edebiyatı ve Aşk

 Aşk’a Aşk

Bağdatlı Ruhi bir şiirinde, “Künc-i firkatte rakibâ bizi tenhâ sanma / Yâr ger sende yatırsa, elemi bizde yatır.” diyerek “sevgili” ile “sevgilinin, rakibi ile birlikte olmasının kederi”ni aynı değerde gösterir. Sevgilinin yokluğunu, kederi ile teselli eder.

Türk Edebiyatı’nda Aşk kavramı araştırılırken göze çarpan bir nokta da Aşk’a Aşktır. Divan’da, özellikle de Fuzuli’de “Aşka duyulan aşk” göze çarpmaktadır. “Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabib / Kılma derman kim helakim zehri dermanındadır.” Hayretî: “Aşk eyledi avare ben Hayretî’yi, yoksa / Her hıdmete ben cân ile müşta’cil idüm, cânâ.”

Divan’da Âşık, aşkını öve öve bitiremez. Fuzuli: “Bende mecnundan füzun âşıklık istidadı var. / Âşıkı sadık menem, Mecnunun ancak adı var”. Nabi: “Nabi ile ol afetin ahvalini naklet / Efsane-i Mecnun ile Leyla’dan usandık”. Şeyh Galip “Tarz-ı selefe takaddüm ettim / Bir başka lûgat tekemmül ettim” (benden öncekilerin önüne geçtim). Nedim: “Hac yollarında meşalei kârbân gibi / Erbab-ı aşk içinde nümayansın, ey gönül” (Başka aşıklar da vardır. Ama Nedim bunlar içinde nümayan olandır.)

İlahi Aşk

Allah’ın varlığı kâinatın her zerresinde temaşa edilebilir ve Allah kâinatı, kendisine duyduğu sevgiden ötürü yaratmıştır. (Self-love). O zaman Vahdetten Kesrete doğru, “Self Love” yani “Muhabbeti Asliye” kainatın yaratılış sebebidir. Kesretten Vahdete doğru “Asla Rücu” yani “Asla Dönüş” de insanın Allah’a geri dönüşüdür.

Asla dönüş ile ilgili olarak, pervane imgesi kullanılır. Kelebek gibi bir hayvan olan pervane mumun etrafında dönerek ona yaklaşmaya başlar. En son ısısına dayanamaz ve yanar. Şeyh Galip şöyle der: “Aşk bir şem’i ilahîdir benim pervanesi”. Şem’i ilahi, ilahi mum demektir, pervane ise muma aşık olan, onda yok olmak isteyen hayvandır.

Asla dönüş ile ilgili kullanılan bir diğer metafor nehir-deniz metaforudur. Denize, yani aslına varan nehrin suyu aslında yok olmaz. Denizin varlığıyla birleşir, bütünleşir, tek olur. İşte bu vahdet-i vücutu temsil etmektedir. Hayalî şöyle der: “Çun cûlar deryaya vardılar hamûş oldular”.

Osmanlı’da Aşk ve Cinsellik Konusunda Değişiklikler

On sekizinci asırda Osmanlı’da aşk ve cinsellik kavramlarında radikal değişiklikler olmuştur. O güne kadar kadınlar kamusal alana pek girememişlerdi. Lale devrinden itibaren kadınlar kamusal alana girmeye başlamıştı. Bu değişiklik, şiirde tensel ve cinsel şiiri öne çıkarmıştır. On dokuzuncu asırda bazı değişikliklerle bu durum devam etmiştir.

Bazı Divan şiirlerinde eş cinsel ögeler de ağırlık kazanmaya başlamıştır. (Mesela, Nedim’in ünlü şarkısında sevgiliye ithafen söylediği “İzn alıp Cuma namazına deyu mâderden” sözü, Cuma namazına kadınların gitmediği savı üzerinden, eşcinsel bir öge olarak kabul edilebiliyor.) Divan’da kadının adı yoktur demiştik önce ama erkek sevgililerin adlarını görebilmeye başlıyoruz. (Burada, asıl mesele sevgilinin kadın ya da erkek olmasında değil, bireysel ve somut anlamda bir sevgilinin var olmasındadır. Bireyselleşen sevgilinin dile getirilmesinde Leyla, Aslı gibi kolektif isimler ve mazmunlaşmış deskripsiyonlar yeterli olmayabilir. Bu yüzden erkek sevgililerin adları görünür.)

Nedim, Erotik / Kâni, Vülger / Sümbülzade Vehbi, Mizojin.

Sevginin Derecesi

Türk Edebiyatı’nda Aşk kavramını araştırırken sevginin derecelerini de belirlemek gerekiyor. Derecesine göre sevgi üçe ayrılır. Sevgi: sözden ibarettir. Bağlayıcı değildir. Sevda: Sözden ibaret değildir. Bir vazgeçişi ifade eder. Sevdalı olduğunu iddia eden kendine şu soruları sorar: Ne kertede fedakarlık yaptım? Ne kertede bazı şeylerden vazgeçtim? Karasevda (Melankoli): Eğer, sevdalı artık bedeninden vazgeçecek kadar sevdalanırsa, bu sevda karasevdaya dönüşür. Freud melankoli için şunu söyler: melankoli = narsisistik ben. Kendi kendisini sevmek… Kendisinden başka birine sevdalanamamak, âşığı kendi kendine yok etmeye, intihar etmeye kadar götürebilir.

Edip Cansever şöyle söyler: “Çünkü sevdikçe beni, sen kendini tanıdın”. O zaman, bu şiirde merkez, sevgili midir yoksa şairin kendisi midir? İkinci bir soru olarak şu sorulabilir: Bu bir sevdayı mı, yoksa melankoliyi mi anlatıyor?

 Sevgi ile sevda arasındaki fark, söz ile eylem arasındaki farktan doğuyor bana göre.

Aşk Söylemi

Ünlü Fransız Feministi Luce Irigaray şöyle söyler: “Parler n’est jamais neutre” (Konuşma hiçbir zaman nötr değildir). O zaman aşk söyleminin nasıl şekillendiğine bakarak aşk üzerine yorum yapabiliriz. (Sevgi mi, Sevda mı, Karasevda mı?)

Karasevda bazen “takınaklı bir nevroz’a” (Obsessional Neurosis) dönüşebilir. Aşk söylemi şöyle şekillenir: “Acaba seviliyor muyum?” Bu soru, maşuka yöneltilmiş bir soru değildir. Takınaklı nevrozlular soruyu kendilerine sorarlar. Karasevda bazen de “histerik melankoliye” dönüşebilir. O zaman da aşk söylemi şöyle şekillenir: “Beni seviyor musun?” Burada soru muhataba soruluyor ama yine de merkez söz sahibinin kendisi. Yani bu soru, muhataptan öze doğru sorulmuş bir sorudur.

Melankoli’de, ister obsessional olsun ister histerik, merkez “ben” olduğu için, narsisistik bir ego söz konusudur.

Roland Barthes’e göre “Seni seviyorum” tek başına söz edimi (speech act) olarak kabul edilmez. Bir bağlayıcılığı yoktur. “Seni seviyorum” cümlesi “sen de beni zorunlu olarak seveceksin” manası içermiyorsa speech-act değildir. Eğer böyle bir mana içeriyorsa obsesif nevroza çıkar. Speech-act oluşur. Söz ediminin ne olduğunu daha iyi anlamak için şöyle bir örnek verebiliriz: Sinema davetine verilen “evet” cevabı “söz edimi” değildir. Nikah masasında verilen “evet” cevabı, bağlayıcıdır, “söz edimi”dir.

Roland Barthes

Aşk ve Delilik

Roland Barthes’a göre Âşık kişi delirdiğini düşünmeye başlar ve “Âşık olduğum için deliyim” der. Hilmi Hoca’ya göre her âşık deli değildir ancak bir karasevdalı deli olabilir. Hilmi Hoca’ya göre, âşık “Delice âşık olursam deli olurum.” der.

Peki aşkta delilik dediğimiz de nedir? Wherter’in kış ortasında çiçek toplamaya çalışması, belirli kural veya mantık çerçevesinde gerçekleşmediği için deliliktir. Ancak, ilahi aşk delilik değildir. Belirli kuralları, basamakları, mertebeleri vardır. İnsanlar bunu mantıksızlık olarak görebilirler. Çünkü kurallarını bilmemektedirler. Örneğin, futbol diye bir şeyden haberi olmayan birini maça götürürseniz, futbol ona mantıksız gelecektir. Aynı şekilde, ilahi aşkın da eğer kuralları bilinirse, delilik olarak görülmeyecektir.

Rakip İlişkisi

Sevgilinin, bir başkasını sevmesi, rakip ilişkisi doğurur. Divan Edebiyatı’nda sıkça karşılaşılan bir durumdur bu. Bu rakip bazen bilinen biridir, bazense meçhul. “Elleri kimbilir kimin elinde” sözü bilinmeyen bi rakibe matuftur ama Attilâ İlhan’ın Üçüncü Şahsın Şiiri bilinen bir rakibe atfedilir.  (çöp gibi bir oğlan ipince, hayırsızın biriydi fikrimce).

Roland Barthes der ki: “Âşık iki kişiyi birden kıskanır; sevdiğini ve onun sevdiğini.” Eğer benim sevdiğim ve üstün değerler atfettiğim kadın/erkek başka birini seviyorsa, ona da hayranlık duyarım. (İtalyanca, odios: düşman, amato: dost sözlerinin birleşimi Odios Amato sözüyle ifade edilir.)

Bunları Okudunuz Mu?

Yorum Bırak